BİYOLOJİK SAVAŞLAR
Yoksa artık silahlı savaşların yerini biyolojik savaşlar mı alıyor?
Savaşlara harcanan gelir kaynaklarının tükendiği günlerimizde artık silahlı savaşların,siber saldırıların yerini biyolojik kaynaklı saldırılarla mı tamamlamaya başladık.Her yıl türlü türlü isimlerle teşhis koyulan hastalıklara maruz kalıyoruz.Kimisi çıkıyor virüsün adı domuz diyor,kimisi çıkıyor eşek gribi diyor.Şimdilerde ise corona salgını aldı başını gidiyor.Eskiden domuz gribinden ölenlerin sayısı gün ve gün artarken, geliştirilen ilaçların sayesinde günümüzde domuz gribine yakalanan çocuklarımız bile iyileşmektedir.Gerçekten insan ırkını tüketen, biyolojimizi etkileyen bu virüsler nasıl oluşmaktadır.Kimler tarafından ya da nasıl ortaya çıkmaktadır.İnsan popülasyonunu bu çözümlerle mi azaltılacağımızı düşünüyoruz.Madem bu denli oksijen tüketimini azaltmaksa amaç neden en başından tedbirler alınmıyor.Gibi kafamızı kurcalayan ,açıklığa kovuşmayan sorular....
NEDİR BİYOLOJİK SAVAŞ?
Patojen mikroorganizmalar biyolojik olarak üretilen biyo-aktif maddeler insan, hayvan ve bitkilerde ölüm ve hasar meydana getirmek amacıyla, tarihin eski çağlarından beri kullanılmıştır. Günümüzde biyolojik savaş kapsamında kabul edilen bu hastalık yapıcı veya öldürücü ajanlar artık terörist gruplar tarafındanda bir tehdit unsuru olarak kullanılmaya başlanılmıştır.
Bu ajanlar üç bölümde incenelebilir:
1.Hastalık, kapasitede azalma, ölüm ve vb. ile insanları etkileyenler . Örneğin protozoa, bakteri, virüs, bakteri toksini, riketsiya gibi.
2.İnsanlarla yakın ilişkide bulunan yabani ve evcil hayvanları etkileyek bunların enfeksiyon yaymasına neden olanlar.Örneğin veba, kuduz,antraks, burucella, leptospirozis gibi.
3. Ziraat ürünleri ve araçlarını etkileyerek indirekt olarak insana zarar verenler. Örneğin bitki, hormonlar,virüs,böcekler, bakteri gibi.
Biyolojik ajanlar kimyasal ajanlardan daha fazla öldürücü olma potansiyeline sahiptirler. Çünkü tabiatta bulunurlar, kolaylıkla temin edilebilme ve üretilebilme özellikleri vardır.
BİYOLOJİK SAVAŞ AJANI KULLANILDIĞI NASIL ANLAŞILIR.
- Bitki ve hayvanlarda alışılmışın dışında belirtiler, anormal renk değişiklikleri olması,
- Hayvanlarda ani ve aşırı sayıda ölüm görülmesi,
- Çevrede normalde o bölgede görülmeyen mantarların ve böceklerin ortaya çıkması
- İnsanlarda hızla artan ateş, öksürük ve ishal durumlarının görülmesi
- Yaşa, coğrafyaya, mevsimlere uygun olmayan bir hastalığın ortaya çıkması,
- Radyodan açıklama yapılması
Biyolojik savaş maddelerinin vücuda giriş yolları;

Biyolojik Silahların Tarihçesi
Biyolojik ajanların milletler ve halklar tarafından silah olarak kullanımının uzun bir tarihi vardır. Biyolojik silah kullanımına ilişkin örnekler Kartacalı general Hannibal’ın Bergamalı düşman gemilerini alt etmek için yılan zehiri kullandığı milattan önce 190 yıllarına kadar tarihlendirilmektedir. Fakat biyolojik ajanların kasıtlı kullanımına ilişkin eski zamanlara ait örneklerin hastalık yapmada etkili olup olmadıklarını ve doğal oluşumlu hastalıkların bu eylemlerle karıştırılıyor olup olmadığını belirlemek zordur.Biyolojik silah kullanımının tarihçesine ilişkin birçok kaynakta 1346 yılında Kefe kuşatmasında Tatarların salgın oluşturmak için vebadan ölmüş insan cesetlerini mancınıkla şehrin içine attıkları geçmektedir. Günümüzde Ukrayna sınırları içinde kalan ve Feodosya olarak bilinen Kefe şehrinde o zamanlar bir veba salgını ortaya çıkmıştır. Bu salgın bazı tarihçiler tarafından Tatarların saldırılarıyla ilişkilendirilmektedir. Fakat farelerin yaygınlaşması gibi diğer epidemiyolojik unsurlar da bu salgından sorumlu olmuş olabilir.
Biyolojik silah kullanımına ilişkin tarihsel kayıtlarda geçen bir diğer örnek 1756-1763 yılları arasında İngiltere ve Fransa arasında yapılan Yedi Yıl Savaşlarında çiçek virüsünün kullanımıdır. İngilizler çiçek virüsü bulaştırılmış battaniyeleri Kızılderililere dağıtarak bir salgın oluşturmuş ve bu şekilde Kızılderili kabilelerinin İngiliz yerleşimcilere karşı mücadele etmelerini engellemişlerdir. Bu metot Amerikan İç Savaşı’nda da kullanılmıştır. Konfederasyonu destekleme amacıyla çiçek ve sarıhumma bulaştırılmış elbiseler Birlik Kuvvetlerine satılmıştır.
Tarihte biyolojik ajanların kullanımı etkinliği artarak devam etmiştir. Birinci Dünya Savaşı’nda Almanlar müttefiklerinin at ve sığırlarına gizlice şarbon ve ruam hastalıklarını bulaştırmıştır. Almanların Ruslara karşı 1915 yılında veba kullandıklarına ve İtalya’ya karşı kolera kullanma girişimde bulunduklarına dair raporlar da mevcuttur. 1932 ve 1945 yılları arasında Japonya, 731. Birim adı verilen birimde biyolojik silah araştırmaları gerçekleştirmiş ve üzerinde araştırma yaptığı on binin üstünde savaş esirinin şarbon, menenjit, kolera ve vebadan ölmesine sebep olmuştur. Japonya deneylerine Çin halkına karşı kullandığı biyolojik ajanlarla devam etmiş ve en az 11 Çin şehrine yaptığı biyolojik saldırılarla tifo, kolera ve veba salgınları oluşturarak on binlerce insanın ölümüne sebep olmuştur. Saldırılar suların ve gıda kaynaklarının biyolojik ajanlarla kirletilmesi, bakteri içerikli bomba atılması gibi yöntemlerle gerçekleştirilmiştir. Mançurya bölgesinde Japonlar tarafından kullanılmış metotlardan biri veba mikrobu taşıyan pirelerle dolu pirincin uçaklardan atılması olmuştur. Bu pirinci yiyen fareler veba mikrobunu taşır hale gelmiştir. Böylece hastalığın insanlar üstünde geniş bir coğrafya boyunca yayılması için gerekli koşullar yaratılmıştır. Milletler Cemiyeti Japonya’nın Mançurya’da gerçekleştirdiği bu faaliyetleri araştırmak için bölgeye bir heyet gönderdiği zaman Japon askerleri heyetin gıdalarına kolera bulaştırma girişiminde bulunmuşlardır.
İkinci Dünya Savaşı’nın sonunda Japonya biyolojik savaş programına son vermiş ve tüm biyolojik silah tesislerini imha etmiştir. 1982 yılında Japonya hükümeti tarafından yayınlanan raporda biyolojik savaş ile ilgili deneylerin olağanüstü savaş zamanında meydana geldiği ve insanlık açısından üzgün olunduğu belirtilmiştir.
İkinci Dünya Savaşı’nı ve Japonya’nın biyolojik savaş programını takiben Amerika Birleşik Devletleri de kendi biyolojik silah programını başlatmıştır. Programda ilk olarak tahıl ürünlerine karşı kullanılacak bitki yok edici patojenler üstüne çalışılmıştır. ABD tarafından insanlara karşı kullanılmak üzere silaha dönüştürülmüş ilk ajan; hayvanları da enfekte eden Brusella bakterisi olmuştur. Amerikan ordusu tarafından silahlaştırılan ve stoklanan diğer ajanlar; antraks, botulizm, tularemi, Q ateşi, stafilokokal enterotoksin B (SEB), Venezuella At Ensefaliti olmuştur. 1969 yılında ABD biyolojik silah programını durdurduğunu ilan etmiştir.
Toplumlar ve hükümetlerin biyolojik silahlara karşı gösterdikleri tepkiler uluslararası bir anlaşmanın ortaya çıkmasını sağlamıştır.1972 yılında, genelde Biyolojik Silahlar Anlaşması olarak adlandırılan “Bakteriyolojik ve Toksin Silahlarının Geliştirilmesi, Üretimi ve Depolanması ve İmhası”na dair anlaşma 79 ülke tarafından imzalanarak 1975 yılında yürürlüğe girmiştir. Bugün 170’den fazla ülkenin taraf olduğu bu anlaşma biyolojik ajanların saldırı amaçlı geliştirilmesi, üretilmesi, stoklanması, temin edilmesi ve kullanılmasını yasaklamaktadır. Ancak bu anlaşmaya rağmen dünyamızda biyolojik silahların kullanımı devam etmiştir.
1990’larda dini bir terörist örgüt olan Aum Shinrikyo Tokyo’da şarbon ve botulizm saldırıları yapma girişimlerinde bulunmuş fakat başarılı olamamıştır. 1995 yılında bu örgüt Tokyo metrosunda sarin gazı ile gerçekleştirdiği saldırıda 5000 kişinin etkilenmesine, 1000 kişinin hastaneye kaldırılmasına, 19 kişinin de ölmesine sebep olmuştur. Bu saldırı en kötü şöhretli terörist saldırılardan biri olarak tarihe geçmiştir.
Amerika Birleşik Devletleri’nde de yakın tarihte biyolojik saldırılar gerçekleştirilmiştir. 1984 yılında Rajneeshe mezhebine ait teröristler Oregon’da 10 yerel restoranda salata barlarına Salmonella typhimurium bulaştırmışlardır. Olayda 751 kişide bağırsak enfeksiyonu oluştuğu rapor edilmiştir. Mezhebin amacı oy vermeye gidecek vatandaşların sayısını azaltarak yerel seçimi etkilemek olmuştur. Yetkililer mezhebin bu olaydan sorumlu olduğunu bir sene sonra başka bir soruşturma sırasında tespit etmişlerdir. Bu örnek biyolojik saldırıların tespit edilmesinin güçlüğünü ve denetleme metotlarının bu tür olayların sebebini belirlemedeki yetersizliğini göstermektedir. 1997-1999 yılları arasında belirli kurum ve kuruluşlara yaklaşık 50 adet şüpheli toz içeren posta gönderilmiş, fakat bu postaların hiç birinin gerçek şarbon taşımadığı tespit edilmiştir. Bu olaylar halk arasında korku yaratmış ve kamusal sağlık kaynaklarına zarar vermiştir. 11 Eylül saldırılarını takip eden haftalarda değişik kurumlara gönderilen postaların ise şarbon içerdiği tespit edilmiş ve bu olaylar toplamda 22 kişinin enfekte olmasına ve 5 kişinin de ölümüne sebep olmuştur.
2014 Kasım ayında ülkemizde de farklı başkonsolosluklara ve Ankara Adliye Sarayı’na sarı renkli toz madde içeren mektuplar gönderilmiştir. Yapılan incelemeler sonucunda şüpheli toz materyalde herhangi bir biyolojik ajana rastlanmamıştır.
Biyoterörizm günümüzde giderek büyüyen bir tehdittir. Bugün 17 ülkenin aktif olarak yürüttüğü biyolojik silah programı olduğu düşünülmektedir. Bir saldırıyı önceden tahmin etmek ve engellemek çok zordur. Bu yüzden olası bir saldırıya hazırlıklı olmak ve saldırı gerçekleştiğinde alınması gereken kişisel tedbirleri bilmek çok önemlidir. Bu bilgilere ulaşmak için afet öncesi ,afet anı, afet sonrası.

Kaynak: AFAD
Comment: 0